9 Ocak 2008 Çarşamba

İman İle İbadet Arasındaki İlişki

Bir müslüman, dinin hükümlerini inkâr etmedikçe ve kalbinde iman bulunduğu sürece ibadet yapmasa bile dinden çıkmaz, kafir olmaz, yine müslümandır. Ancak, Allah'ın emri olan ibadet görevlerini yerine getirmediği için günah işlemiş ve cezayı hak etmiş olur.İbadetler, imanın olgunlaşmasını ve güçlenmesini sağlar. Ahirette cezadan kurtulmamıza ve cennet nimetlerine kavuşmamıza vesile olur. Sade bir imanla yetinip ibadetleri terketmek imanın zayıflamasına ve giderek iman nurunun sönmesine sebep olur.İbadet yapılmadığı takdirde, iman ışığı açıkta yanan lamba gibi korumasız kalır. Günün birinde sönebilir. İmanın yok olması, müslümanın cennetin anahtarını kaybetmesi demektir. Bu sebeple ibadetlerin, imanımızın korunmasında ve cennette sonsuz hayata kavuşmamızda çok önemli yeri vardır.

İbadetin Faydaları

Bedenimizin gerekli gıdalara ihtiyacı olduğu gibi rûhumuzun da gıdaya ihtiyacı vardır. Rûhun gıdası iman ve ibadetlerdir. İbadet, rûhumuzu yükseltir, bizi kötülüklerden sakındırır, ahlâkımızı olgunlaştırır, en değerli varlığımız olan imanımızı korur.Hayatta insanın çeşitli sıkıntılarla karşılaşıp ümitsizliğe ve bunalıma düştüğü zamanlar olur. Böyle durumlarda insan ibadetle bunalımdan kurtulur. Çünkü insan ibadet sayesinde Allah'a yaklaşır. O'nun rahmetine sığınır ve huzura kavuşur. İbadetlerin, rûhumuza olduğu gibi bedenimize de birçok faydası vardır.Namaz kılan insan abdest almak zorundadır. Abdest almak, günde birkaç defa temizlenmek demektir. Temizliğin ise sağlığımız için ne kadar yararlı olduğunu hepimiz biliriz.Namaz kılarken yapılan belirli hareketlerin, oruçta sindirim sistemi ile bazı organların dinlenmesinin vücut sağlığına önemli faydalar sağladığı bir gerçektir. Zekât ibadetinin sosyal yardımlaşma yönünden topluma kazandırdığı birçok yararları vardır.

İbadet Çeşitleri

İbadetler üç çeşittir:1– Beden ile Yapılan İbadetler: Namaz kılmak, oruç tutmak gibi.Beden ile yapılan ibadetleri her müslümanın kendisi yapması gerekir. Başkasını vekil etmesi caiz değildir. Bir kimse başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz.2– Mal İle Yapılan İbadetler: Zekât vermek ve kurban kesmek gibi. Bir kimse mal ile yapılan ibadetlerde başkasını vekil edebilir.3– Hem Mal, Hem de Beden İle Yapılan İbadet: Hac vazifesi böyle bir ibadettir. Parası olduğu halde hacca gidemiyecek derecede sakat, hasta ve çok yaşlı kimseler, kendi yerine bir başkasını bedel olarak hacca gönderebilir.

Niçin İbadet Ediyoruz

Bizi yoktan var eden ve yaşatan Allah'tır. Yüce Allah; Vücudumuzu, gören gözler, işiten kulaklar ve konuşan dil gibi mükemmel organlarla donattı. Diğer canlılardan farklı olarak bize akıl verdi ve varlıklar arasında seçkin bir duruma yükseltti. Bunlardan başka, yaşayabilmemiz için teneffüs ettiğimiz havadan, içtiğimiz suya kadar sayısız nimetler verdi.Ayrıca bizi yalnız bırakmadı, Peygamberler ve kitaplar göndererek dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösterdi. Bütün bu iyiliklere karşılık Allah bizden kendisini tanımamızı ve ona ibadet etmemizi istemektedir. Şöyle bir düşünelim: Çok iyiliğini gördüğümüz bir büyüğümüze karşı saygı gösterir iyiliklerine teşekkür ederiz. Bize bir görev verse seve seve yaparız değil mi?Öyle ise, bizi yoktan var eden ve sayılamayacak kadar nimetler veren Yüce Allah'a karşı teşekkür etmek ve emrettiği ibadetleri seve seve yapmak gerekmez mi?Elbette gerekir.Yaradılışımızın gayesi Allah'ı tanımak ve ona ibadet etmektir. İbadet görevlerini yaptığımız takdirde hem Allah'ın verdiği nimetlere karşı teşekkür borcunu yerine getirmiş oluruz, hem de O'nun sevgisini kazanırız. Eğer biz Allah'a karşı ibadet vazifelerini yerine getirir, O'nun sevgisini kazanırsak, Allah, bize dünyadaki nimetlerinden çok daha fazlasını ahirette verecek ve bizi cennette sonsuz mutluluğa kavuşturacaktır.

KURBAN BAYRAMI VAAZI

Bizleri bayram günlerine kavuşturan ve bayram sevincini yaşama fırsatı veren Yüce Rabbimize hamdü sena, Resul-i Ekrem (s.a.v)Efendimize salatü selâm olsun.
Aziz Cemaat-i müslimin, Bayram namazı saatine bir saatten fazla zaman var. Bu kıymetli vakti ancak camide sohbet dinleyerek en iyi şekilde değerlendirebiliriz. Aynı zamanda hediyelerle sevginin ifade edildiği bu müstesna günde ben de sizlere bir vaaz ve öğüt buketi hediye etmek istiyorum.
Bayram kelimesi de abdest,namaz,oruç kelimeleri gibi Farsça’dan alınmıştır. Bayram Farsça بذ رام kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir, sevinç ve eğlence günü anlamına gelmektedir. Bayrama Araplar “îd” derler ve sevinç ve toplanma günü anlamına gelir. Arapçada mutlu bayramlar anlamında عيد سعيد denilir. Toplumsal birliği sağladığı için hemen her toplum, milli ve dini bayramlara büyük önem vermiş ve bir takım yeni bayramlar ihdas etmiştir. İslam dini de müslümanlara iki bayram armağan etmiştir. Bildiğiniz gibi bunlar Ramazan ve Kurban bayramlarıdır. Kurban, Hicri 2. yılda meşru kılınmıştır.
Allah neden kurban kesmemizi istiyor? İhtiyacı mı var? Haşa..Biz malın mülkün emanetçisiyiz. Emaneti sahibi için feda ediyoruz. Emanetin sahibini hatırlıyoruz.
Allah için maddi fedakarlık yapmak ve bu vesileyle Allah’a yaklaşmak gayesini taşıyan fedakarlık anlamında kurbanı, tarihte ilk kez Hz Adem’in oğlu Habil kesmiştir. Habil, malın emanet olduğunu biliyordu, bu bilinçle malını Allah için feda etti ve sınavı kazandı. Kabil ise kendisini malın gerçek sahibi gibi gördü ve vermeye kıyamadı.
Sevdiğimiz birisine,
“Senin Allah’ına kurban olayım,” diyoruz. Anne, evladına sevgiyle, “Annen sana kurban olsun” der. Kurban, sevginin ileri düzeyini ifade eder.
Kurban, Hz İbrahim’in bir sünneti olarak gelenekselleşmiştir. Tarihi süreçte putlar adına kurban kesme şeklinde bir takım sapmalar da olmuştur.
Hz İbrahim’in bu husustaki sözünü ve uygulamasını bir kez daha hatırlayalım. Hz İbrahim’in, bir oğlu olması halinde onu, Allah için kurban edeceğine dair bir adağı olmuştu. Allah da yaşlı olmasına rağmen İbrahim (a.s)’a, oğlu İsmail (a.s)’ı verdi. İsmail belli bir yaşa geldiğinde ise İbrahim’e, verdiği söz, rüya yolu ile üç kez hatırlatıldı. İbrahim (a.s), verdiği sözü yerine getirmek üzere harekete geçti ve düşüncesini İsmail (a.s)’a açtı. “Gale ya büneyye inni era fi’l-menami enni ezbehuke, fenzur maza tera, Gale ya ebetif’al ma tü’mer. Setecidüni inşaallahu minesabirin.” (37/Saffat,102) Böylece İsmail de bu konuda büyük bir teslimiyet gösterdi. Allah, İsmail’in kurban edilmesine razı değildi, Onun yerine Cebrail (a.s) aracılığı ile bir koç göndererek koçun kurban edilmesini istedi. Böylece kurban ibadeti, bir İbrahim Halilullah sünneti olarak teşri kılındı.
İbrahim(a.s), yıllarca evlat hasreti çekmiş bir insan olarak sınavların en ağırına tabi tutuluyor ve sınavı kazanıyor. Bizler de farkında olduğumuz yada olmadığımız bir çok sınavdan geçiyoruz hayatta. Hayat, insafsız bir öğretmen benzetilir. “Hayat önce sınav yapar, sonra öğretir.” derler Kurban bizi hayati sınavlara hazırlıyor ve farkında olmadığımız sınavları fark ettiriyor.
İbrahim (a.s), bir defasında Allah’a, niçin bu kadar ağır bir imtihana tabi tutulduğunu, sorar. Allah da O’na, “Hani sen, Eriha’da bir günahkarı görmüştün ve Ya Rabbi bunu kahret, dermiştin. O günahkar da olsa benim kulum idi. Ben sana, bir insanı kahretmenin nasıl bir şey olduğunu göstermek istedim” der.
Allah, “Gad saddakte ru’ya”(37/105) beyanı ile İbrahim(a.s)’ın sınavların en ağırını kazandığını beyan etmiştir. Bazı alimler, İbrahim’in bu rü’yayı, aynen uygulama yerine yorumlaması,(tabir etmesi) gerekirdi demişlerdir. Zira rü’yalarda sembolik anlatım vardır. Aynen yorumlamak yerine, sembollerden hareketle rü’yayı çözümlemeye çalışmak ve ta’bir etmek gerekir. Her ne denilirse denilsin, Allah, İbrahim (a.s) niyetini kabul etmiş ama, insani olmayan bir teşebbüse de müdahale etmiştir. Allah, İbrahim (a.s) selamlamaktadır. “Selamun ala İbrahim”(37/109) İbrahim (a.s) Peygamberimizin atasıdır ve üç ilahi kaynaklı dinin menşeidir. Bu sebeple bizler de, Allah’ın selamını ve takdirini kazanmış olan İbrahim (a.s) milletindeniz.
Rüyalar, üç kısımdır: a) Yaşananların etkisi ile görülen rüyalar, b) Ümit ve hayallerin yansıdığı rüyalar c) Geleceğe işaret eden rüyalar. Rüyalar değer bakımında da iki kısımdır. a) Rahmani rüyalar, b) Şeytani rüyalar. Rüyalar, insanın o anki psikolojisine ve manevi durumuna göre şekillenir. Rüyalarımız, şuuraltının özgürce kendini belli etme şeklidir. Rüya sahibini ilgilendirir, rüya ile amel edilmez, ama rüya sahibine bazı önemli ipuçları verebilir.
Peygamberimiz (s.a.s); “Bu gün ilk işiniz namaz kılmaktır.” (Buhari,İdeyn,3) Bayram namazı vaciptir. Cuma namazı kılınan yerlerde kılınır ve bayram namazını üzerine Cuma namazı Farz olan kimselerin kılması gerekir. İlk gün bayram namazını kılamayanlar yada kurbanını kesemeyenler 2. ve 3. gün de bayram namazını kılabilir ve kurbanını kesebilirler.
Kur’an’da Kurban:
“Şüphesiz biz sana kevseri verdik. O halde Rabbın için namaz kıl ve kurban kes. Şüphesiz soyu kesik olanlar, sana buğz edenlerdir.” (Kevser Suresi)
“(Kendileri için lütfedilen bir takım menfaatleri görmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın adını anmaları (Kurban kesmeleri )için sana (Kâbe’ye) gelsinler.Artık onlardan hem kendiniz yiyiniz hem de yoksula ve fakire yediriniz. (Hac,28)
Ebu Müslim’in tercih ettiği İbn-i Abbas’ın kavline
göre, ayette işaret edilen belirli günler Zilhiccenin 10, 11 ve 12. günleridir. Bu günlere “eyyam-ı nahr=kurban kesme günleri” denilir.
“Biz, her ümmet için bir kurban ibadeti ihdas ettik ki Allah’ın kendilerine rızk olarak verdiği hayvanların üzerine (boğazlarken) O’nun adını ansınlar.” (Hac,34) Ayette geçen mensek kelimesi, kurban kesilen bayram, ibadet edilecek yer, yol ve hukuk anlamındadır. Nüsük de kurban ve ibadet anlamındadır.
22/37. Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan ancak sizin takvanızdır. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. İyilik yapanları müjdele”
Sadece kurban ibadeti değil bütün ibadetlerde iyi niyet ve ihlas temel şarttır. (İnneme’l-a’malü binniyat ve innema likullimriimmaneva) Ameller niyetlere göre değer kazanır. Herkesin niyeti ne ise eline geçecek olan da odur. İyi bir niyetle hayatta yaptığımız her iş ibadet makamına yükselir.
Sünnette Kurban: “Gücü yettiği halde kurban kesmeyenler bizim namazgahımıza yaklaşmasın.” Mealindeki hadis-i şerifte yer alan ikazı dikkate alan İmam-ı Azam, Kurban ibadetinin vacip olduğuna hükmetmiştir.
“Kurban bayramı günü adem oğlu, sıla-i rahm dışında kurban kesmekten daha üstün bir amel yapmamıştır.” Peygamberimiz Medine’de on yıl kurban kesmiştir.
Hükmü: Müslüman, akıl baliğ olmuş, mukim, hür ve nisaba malik olan kimselerin kurban kesmesi gerekir. Koyun,keçi,sığır,manda ve deveden kurban olur. Koyun ve keçiyi bir kişi, sığır, manda ve deveyi birden yediye kadar birkaç kişi kesebilir. Fakat büyük baş hayvanı müşterek kesenlerden her biri ibadet niyetiyle ortaklığa katılmalıdır.
Parasını sadaka olarak vermiş olmakla kurban kesmiş olmayız. Namaz kılmak yada oruç tutmak yerine parasını verseniz olur mu? Olmaz. Birileri mantık yürüterek dini hükümleri sulandırmaya çalışıyor. Din konusunda din bilginlerinin sözüne itibar etmek gerekir. Efendim, dinimiz mantık dinidir, diyorlar. Dinimiz makul bir dindir ama herkesin mantığına uyarlanabilecek bir din değildir.
İbadetlerde Allah’a karşı kadın-erkek her biri ayrı ayrı sorumludur. Erkeğin gücü yettiği halde kadının gücü kurbana yetmeyebilir yada kadının gücü yettiği halde erkeğin gücü yetmeyebilir. Bir ailede kurban mükellefi olan kaç kişi varsa onların kurban kesmesi gerekir.
Bayramda Görevlerimiz:
a) Bayram namazı,
b) Kurban kesme,
c) Akraba ve komşuları ziyaret ve bayramlaşma,
d)Uzaktakilerle hiç değilse telefonla bayramlaşma,
e) Farz namazlardan sonra teşrik tekbirleri,
Teşrik tekbiri, arefe sabahı başladı, dördüncü gün ikindi vaktine kadar devam edecek. Teşrik tekbiri kadın erkek bütün mü’minlere vaciptir. Türkiye’nin bir çok yerinde farklı söyleyişlere rastlansa da Türk Tasavvuf Musikisi ustaları tarafından söylenen bir çok yerde okunan teşrik tekbiri makamını, Buhuri Zade Itri Efendi bestelemiştir. Bu beste şöyledir……
Kurban kesmenin usulü: Tekbir getirilir. Mükellef ya kendisi keser yada vekalet verir. Hayvana eziyet vermeden usulüne uygun bir şekilde kesilir. Şoklama yönteminde, kurbanın canı çıkmadan hemen kesildiği için dinen bir sakınca görülmemektedir. Dua edilir ve iki rek’at şükür namazı kılınır. Bismillahi Allahu ekber diyerek kesilir.
Kurban duası olarak şu ayetler okunabilir:
79/6 “Ben hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.”
Hanif, Allah’ı bir bilen, Hakka yönelen ve batıldan hoşlanmayan demektir.,
162/6 “Deki şüphesiz benim namazım,kurbanım,hayatım ve ölümüm, hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir.”
Böylece bizler de,Allah’a kurban gibi bir teslimiyet iradesini beyan etmiş oluyoruz. Kurban ibadeti bize hem fedakarlığı hem de Allah’a teslimiyeti öğretiyor.
Kurbanın Eti ve Derisi: Et üçe taksim edilir ve üçte biri fakirlere verilir.
Kurban Kesmenin Faydaları:
1-Allah’ın emrine itaat ederek On’a yaklaşıyor ve sevap kazanıyoruz.
2-Fedakarlık ve yardımlaşma duygumuz daha da güçleniyor.
3-Akraba ve komşular arasında sevgi ve dostluk bağları güçleniyor
4-Bedenimiz et il, gerekli olan proteini depoluyor.
5-Hayvan besleyen ve satanlar lehine ticaret canlanıyor.
6-İnsanlar stres atıyorlar birlikte mutlu olmayı öğreniyorlar.
7-Rabbimize şükredenlerden oluyoruz.
Bu gün, bayram vesilesi ile sabahın erken saatinde en güzel ve yeni elbiselerinizi giyerek camilere akın ettiniz ve şu kutsal mekanda Allaha bağlılığınızı ilan ve ikrar etmektesiniz. Şunu iyi bilmek gerekir ki, cami sizin ikinci adresinizdir. Bu adrese cumadan cumaya yada bayramdan bayrama uğrayanlar yeterince şükreden ve sabredenler olamazlar. İşi dolayısıyla gündüz gelemeyenler akşam gelebilirler, akşam da gelemeyenler en azından hafta sonu gelebilirler. Unutmayınız ki camiden ne kadar uzaklaşırsanız şeytana o kadar yaklaşırsınız. Şeytan ise hain bir dosttur ve arkadaşlarının hepsini cehenneme götürür. Cami ise Cennete giden yolun başında önemli bir terminal vazifesi görür. Siz müslümansınız ve buraya aitsiniz. Ait olduğunuz yeri biliniz ve bu yerlere sahip çıkınız.
İyi bir insan ve samimi bir müslüman olabilmek için, insan haklarına saygılı ve bağlı, haram ve helâl hassasiyeti ile hareket eden, özü-sözü doğru iyi bir insan olmak gerekiyor. Müslümanlık, adam olma sanatıdır. Adam gibi adam olmak, hanımefendi gibi hanımefendi olmak her insanın her halükarda olması gereken bir durumdur. Adam olana laf bir kere söylenir. Yalan konuşan, insanları aldatan ve sözünde durmayan biri insanın, adamlığında da ciddi problemler vardır.
Adamı olana değil, adam olana değer veriniz. Kendisine hayrı ve yararı olan birinin, vatanına, milletine ve dinine de yararı olur. Kendisine yararı olmayan ve başkasına muhtaç durumda olan bir kimseden de vatan, millet ve din için bir yarar beklenmez. Takdir edersiniz ki, bir adamın boyuna posuna bakarak adam olduğu kanaatine varmıyoruz, terbiyesine, beyefendiliğine ve nezaketine bakarak adamın adamlığı konusunda bir kanaate ulaşıyoruz. Peygamberimiz (s.a.s) de bu konuda şöyle buyuruyor: “Allah sizin bedenlerinize ve görüntünüze bakmaz, bilakis Allah sizin kalplerinize ve amellerinize bakar”
Niyetiniz ne ise kısmetiniz de odur. Müslümanın niyeti amelinden daha hayırlıdır. Peygamberimiz iyi niyete şöyle bir örnek veriyor: Adamın biri bir çeşme başına bir kazık çakıyor, atını bağlıyor, giderken de, başkaları da benim gibi bu kazığa atını bağlar ve dinlenir düşüncesiyle kazığı sökmüyor. Bir başkası geliyor, kazığa ayağı takılıyor, başkaları da benim gibi bu kazığa takılarak düşmesin düşüncesiyle kazığı söküyor. Peygamberimiz (s.a.v), bu iki adam, birbirinin tam aksi işler yaptığı halde iyi niyetlerinden dolayı her ikisi de sevap kazandı, buyurmuşlardır.
Bir cenaze sonrasında Peygamberimize, tabutun çok ağır olduğu söyleniyor, Peygamberimiz (s.a.s), “Demek ki sevabı çokmuş” diyor. Başka bir cenazede, tabutun hafif olduğu söyleniyor. Bunun üzerine de Peygamberimiz, “Demek ki, günahı azmış” buyuruyorlar.

Bir de, başkaları hakkında konuşurken iyice düşünmeli, yararsız boş sözlerle zaten pamuk ipliğine olan ilişkilerimizi tahrip etmemeliyiz. Sokrates'in bu konuda uyguladığı üçlü filtre testini dikkatle dinleyelim:
Sokrates, saygıdeğer bir düşünür ve filozof olarak Eski Yunan’da hatırı sayılır bir ün yapmıştı. Bir gün bir tanıdık bir filozof meslektaşına rastladı ve arkadaşı Sokrates’e dedi ki: Senin bir arkadaşın hakkında ne duyduğumu biliyor musun? Bir dakika bekle, diye cevap verdi Sokrates. Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna Üçlü Filtre Testi deniliyor. Diğer filozof, Üçlü Filtre mi? Evet, diye devam etti Sokrates; Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup, söyleyeceğini gözden geçirmek iyi bir fikir olabilir. Üçlü filtre testi şöyle uygulanıyor: Birinci filtre
Gerçeklik Filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?
Hayır, dedi adam, Aslında bunu ben de başkasından duydum ve...
Tamam, dedi Sokrates. Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi 2. filtreyi deneyelim,
İyilik Filtresi: Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi? Hayır, tam tersi, dedi adam.
Öyleyse, diye devam etti Sokrates. Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı:
Yararlılık Filtresi. Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı? Hayır gerçekten yaramaz. dedi adam. İyi, diye tamamladı Sokrates. Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar bir şey değilse bana niye söylüyorsun ki?
Yine tabiinden Hasan-ı Basri hazretlerine birisi, filanın evinde senin aleyhine konuşmalar oldu, diyor. Hasan Basri, “Senin orada ne işin vardı?” diye soruyor. Adam, davete gitmiştim, diyor. Hasan Basri, ne yiyip içtiniz? diyor. Et yedik, pilav vs yedik, diyor. Hasan Basri de adama, peki bütün bu yediklerini karnında tutabiliyorsun da benimle ilgili birkaç lüzumsuz sözü mü içinde tutamıyorsun, diyor.
Bu nüktelerden de anlaşılacağı gibi, gerçek dışı, iyi olmayan ve kimseye de bir faydası dokunmayacak olan dedikodu, gıybet vb. sözlerle meşgul olmak, hem dostluk ilişkilerine zarar verir, hem de söz sahibini küçük düşürür. Peygamberimiz(s.a.v) “Kişinin malayaniyi terk etmesi, onun Müslümanlığının güzelliğine işarettir,” buyurmuşlardır.
Bayramlar dolayısı ile en yakın akraba ve komşularımızdan başlayarak bayramlarını tebrik etmeli, maddi imkanı iyi olanlar, bayram hediyesi kabilinden ihtiyaç sahibi olanların birkaç ihtiyacını karşılayarak onları sevindirmelidir.
Alimlerden birinin bir bayram öncesi kapısı çalınmış. Üzerinde pijamaları olduğu için kapıyı açmamış, kim o, diye seslenmiş. Kapıdaki adam, zaruretten yardım toplayan biri imiş. Alim adama kapı aralığından bakınca bir de ne görsün, eski bir dostu! Alim, evinde, kesesinde ne varsa kapı aralığından eski dostuna görünmeden vermiş. Tanırsa üzülür, mahcup olur diye görünmek istememiş. Ardından da hıçkırıklarla ağlamaya başlamış. Hanımı, verdiğin gözüne mi göründü, zoruna mı gitti, neden ağlıyorsun, demiş. Alim ise, hayır hanım, verdiğime ağlamıyorum, benim bir arkadaşım, toplayıcılık yapacak kadar düşmüş de haberim olmamış, ben buna ağlıyorum, demiş.
Bu sene,2006 yılında iki Kurban bayramı yaptık. Biri senenin başında diğeri sonunda. 2007 miladi yılına da bayram yağarak giriyoruz. Gerçi bizim yaptığımız bayramın yeni yıl ile ve yılbaşı kutlamaları ile hiç bir ilgi ve alakası yok ama yine de yeni bir yıla iyi duygularla başlamak, devam ettirebilir ve becerebilirsek senenin büyük bir kısmını da iyi duygular içinde geçirmemize vesile olabilir.
Yeri gelmişken şu hususu da belirtmeden geçemeyeceğim: Bir insan olarak gülmeye, neşelenmeye ve meşru ölçülerde eğlenmeye de ihtiyacımız vardır fakat yıl başı, doğum günü vd bir takım özel günler vesilesi ile meşru ölçüler dışına çıkarak eğelenme hoş görülemez. İçkinin azı da çoğu da haramdır. Yıl başı gecelerinde alkolün su gibi tüketildiğini, keyif verici bir takım zararlı hapların alındığını sıkça duyuyoruz. Alkol almış birinin aklına, bedenine,malına ve çevresine ne tür zararlar verdiği yaşanan acı tecrübelerle de apaşikar bilinmektedir. Bu sebeple ne yılbaşında ne de başka zamanlarda din dışı kutlamalar yaparsak, Alalh’In rızasında uzaklaşmış, şeytanı da sevindirmiş oluruz. 25 Aralık hırıstıyanların dini bayramıdır. Christmas derler. Yılbaşı kutlamaları da Christmas ile birlikte kutlanır. Bir müslümanın, hırıstıyanların dini bayramını kutlaması ve etkinliklerine katılması yada bizzat kendisinin christmas etkinliklerine benzer bir takım kutlamalar düzenlemesi asla kabul edilemez. Bu tür etkilikler, kültürel yozlaşma ve özüne yabancılaşmadır. Bizler Müslüman Türk milleti olarak, yabancılaşmadan gelişme sürecinde olmalıyız.
Bayramlar toplumca hep birlikte sevincin, coşkunun mutluluğun doyasıya hissedildiği yaşandığı günler olmalıdır. Ne var ki hayatta dert ve mutluluk, gece ile gündüz gibi birbirini takip eder ve hep bir arada bulunurlar. Dertsiz olamazsınız. Çevrenizdeki sorunları, bir ölçüye kadar dert edinmek durumundasınız. Eğer dertsizseniz, dert siz siniz. Dertsizim demek, sorumsuzum,şuursuzum ve çevremde olanlara karşı da ilgisizim anlamına gelir. Çevrenizdeki sorunlara karşı çaresiz de değilsiniz, çare sizsiniz. Eğer mutlu olmak istiyorsanız, küçük olaylardan sevinç kotarmaya çalışınız ve hiçbir sorunu gözünüzde büyütmeyiz.
Kestiğiniz büyük baş kurbanların kulağındaki küpeyi İlçe Tarım Müdürlüğüne götürünüz.
Camilerimize telsiz verici ve alıcı cihazlarla merkezi sistem kurmak istiyoruz. Yardımlarınızı bekliyoruz.
Camilerin ihtiyaçları için yardım

4 Ocak 2008 Cuma

Bir Alevi Kurban Kesebilir Mi?

Bünyesinde ortaöğretim yatılı erkek yurdu ve kız Kuran kursunu barındıran İstanbul Sarıyer'deki Boğaziçi İlim ve Kültür Vakfı'nın, bahçesinde kurduğu kurban satış yerinde görevlendirilecek kasaplar için Amasya Uygur Merkez Mahallesi Muhtarı Selami Duran ile vakıf yöneticileri arasında protokol imzalandı. Muhtar, hazırlıkları yapıp kasapları çağrırken, Vakıf yetkilileri yaklaşık 10 gün önce kendisini arayarak, işi iptal ettiklerini bildirdi.Vakıf iddiayı yalanladıMuhtar Duran, iptal gerekçesini Alevi olmalarına bağlayarak şu iddialarda bulundu: "Vakıf yöneticileri yaklaşık 15 gün önce Amasya'dan getireceğim kasapların isim listesini istedi. Ben de telefonla isimleri söyledim. Geçen çarşamba günü Vakıf Başkan Yardımcısı Şaban Öztürk aradı ve 'Üyelerimiz size kurban kestirmek istemiyor' diyerek işi iptal etti. Öztürk, protokol sonrası 'Bize Alevi kasap getirme' demişti. Geçen yıl kesim sırasında vakıf üyelerinden birine Alevi olduğumu söylemiştim. Sanırım Alevi olmamızın anlaşılması sıkıntı yarattı. Gururumuz kırıldı." Vakıf Başkanı Ahmet Yıldırım ise iddianın doğru olmadığını savunarak, "Kasaplardan geçen yıl memnun kalınmamış ve üyelerimiz o kasapları istememişler. Alevi de Müslümandır. Aleviyi bırakın gayrimüslimler bile kesebilir. Bizim böyle bir hassasiyetimiz olamaz. Burada mesele, kasaplık sertifikası olması ve kasapların işinin ehli olması. Protokolden haberim bile yok" dedi.Evet Canlar Ben Bunu Bir Spor Sitesinde Gördüm Ekleme Tarihi 2006 belki bu Konu Daha Önce Acılmış OLabılır Ama Ben Gene Vermek İstedim Evet Bir Alevi Kurban Kesebilir bENim Cevabım Kesinlikle Evet... Peki Ya Sizin

kurban i keriz

1. oku.ibadet edeceğine muhabbet et.efendi ol, kafana göre takıl.teşvik primi alma. hatta hiç prim alma.terbiyesizliğe, yüzsüzlüğe, eşşekliğe prim verme. hatta hiç prim verme.prim alana, prim verene selam verme.modaya, trende sarma, sarana da mani olma. onlar eşşekliği yaşayarak azap çekeceklerdir.seks için alçalma, aşkı çok yükseklerde arama.sana tokat atana, kafayı göm ki, aklı başına gelsin.ve kafatasçılara küfür et... itin köpeğin doldurduğu dünyada en hakiki mürşit küfürdür.bacaklarından ancak koyunlar asılır. koyun olma ve kasaplara isyan et.kumarın iyisini oyna, hayatınla... kötüsünün yüzüne bakma. de ki, ben insan olacağım!kariyer eşşeklerin olsun, sen oku.oku ve muhabbet et..." "de ki, biz babasının dört kızdan sonra ilk oğlu olarak doğan fatih ürek’i insanlara ibret olsun diye gönderdik. dört kızının kıymetini bilmeyip oğlu olduğunda 40 koç kesen babayı, o 40 koçun boynuzlarıyla cezalandırdık." "fatih, musa'nın oğluydu. musa fethullah'ın halaoğluydu. fethullah saçma bir insandı, de ki, fethullah'ı hiç karıştırmayalım. musa'nın karısı bir sürü çocuk doğurdu, bulaşık yıkadı, çamaşır yıkadı, hayatı öylece geçip gitti. musa okeye dördüncüydü. biz okey oynayanları, bütün gün o taşları mal mal dizip, etraflarında olup biteni fark etmesinler diye yarattık." "eyzübilhöst!bütün gün am-sik-göt yazan eller bizden değildir. ey muhabbet, onlara de ki, tenasül organlarıyla fazla uğraşanlar, ahirette sik kafa, göt kafa ve am kafa olarak dolaşacaktır. biz ali atıf bir'i onlara ibret olsun diye yarattık." "ey muhabbet, sana inanmayan kadın ve erkekler, en kalabalık otobüs hatlarında fortislenecektir. onlara de ki, rabbim silikonlu memeler kadar yuvarlak ayı ve güneşi yaratandır ve muhabbet onun elçisidir. ondan sual edenler, finans kapitalin azgın dalgalarında çırpınan küçük yatırımcılar gibi azap çekecektir. piyasalara sıcak para girişini vücutlarında hissedecek, bıyıklı yabancıların spekülatif hareketleri de onlara girecektir.ey muhabbet, de ki, finans alemi alemlerin en yavşağıdır. o alemdeki en ciddi kariyerin bile, gözümüzde bir pirinç tanesi kadar kıymeti harbiyesi yoktur. ecel gelip de üzerlerine çöktüğünde, taktıkları kravatlar onları araftaki en yakın ağaca bağlamak için kullanılacaktır. gömleklerinin üst düğmesini açarak gösterdikleri sütyenlerin her bir dantelinin ereksiyonel hesabı sorulacaktır.ey muhabbet, de ki, biz muhabbet insanlarının rabbiyiz..." "ol gece kim doğdu hayrulbeşer. anesi anda neler gördü neler. dedi gördüm ol habibin anesi. bir acep nur kim belki güneş pervanesi."(mevlüt suresi) "de ki, hepimiz keriziz. bir çıtır tuba ünsal var, biz onu sana eş yarattık. yaratık o, pis bi yaratık. tuba! hooooop! görüşelim..."(sevgi kelebeği suresi, bap7) "onlara de ki, ne kadar kötüleme butonuna basarlarsa bassınlar, muhabbet yoluna devam edecektir. biz onun doğduğu gece ayı ikiye böldük, güneşi beşle çarptık. onu alemlere yol göstersin, sürülere çobanlık etsin diye elçimiz eyledik.ey muhabbet, onlara de ki, sabahtan akşama kadar magazin programı seyredenler odun ateşinde trabzon ekmeği gibi kızaracaktır. kendine faydası olmayanın, ortamlara girmesi neyi değiştirir ki?" "insanlık tarihinin uzun doğrusu üzerinde tek bir noktacık olan hayatlarını, yalakalık yaparak geçirmeyi düstur belleyenler bizden uzak dursun. itaatin kör kuyusunda debelenenleri arafta mantar yapacağız. biz kullarımıza haksızlığa karşı arıza yapsınlar diye beyin verdik. lanetimiz beyinlerini salata niyetine limonla servis edenlerin üzerinedir." "biz suları birbirine karıştırmadık. kokteyl yapmak bizim işimiz değildir. lakin yoksulların eline molotof kokteyli verdik ki, kendilerini savunsunlar.ey muhabbet, onlara de, her kim ki haksızlığa başkaldırmaz, bizim sevgili kullarımızdan değildir. patronlarına, sendika ağalarına, kendilerinden üstün gördükleri her türlü zevata boyun eğen, onların kıçlarını yalayan ve yaranmak için türlü şekle girenler, ahirette aynaya baktıklarında kusacaktır.ey muhabbet, de ki, bizim kimsenin tapınmasına ihtiyacımız yoktur. tapınmak, insanı alçaltır. müminler başlarını dik tutsun. ikide bir yere kapaklanmanın, diz çökmenin, boyun eğmenin her türlüsü bize ızdırap verir." "ey muhabbet, aç kalmayı ibadet saymasınlar. bizim ibadet saydığımız, kuşkusuz açları beslemektir. açların beslenmesi için onları örgütle. işsizler sokağa çıksın. eylem yapsın. de ki, bizim ibadet saydığımız şey eylem yapmaktır. kuşkusuz en büyük sevap, greve çıkmaktır." "lafmacun dağının tepesindeki örümcekli mağaraya elçi olarak malak sezai'yi gönderdik. git ve muhabbet'e resul olarak seçildiğini anlat dedik. elçi malak sezai, o sırada her nedense mağarada takılan muhabbet'i buldu, ona 'ya muhabbet, rabbim beni sana yolladı. işte alet burada' diye kutuyu bıraktı.muhabbet kutuyu açtı, kutudan ona seslendik: 'ya muhabbet, görevin, tabii kabul edersen, ayetlerimizi ek$i'ye indirmektir!' muhabbet o anda, 'ya rabbim' diye cevap verdi, 'buralarda kendi halimde mal mal dolaşıp duruyordum, bu lütfunla beni ihya ettin. ne diyeyim bilmiyorum ki. seyahat ya resulullah.' gök gürlemesi gibi cevap verdik: 'resulullah sensin, seyahat da sana girsin! evliya çelebi misin evladım sen?' muhabbet, 'pardon' dedi, meseleyi kapattık.ey muhabbet, kendini çelebi bilenlere de ki, biz onları her daim sınarız, sana kin kusanlar kuşkusuz şeker pancarı posası gibi ruhlarıyla fezada dolaşamazlar. onlara acı." "muhabbet 'rabbim, senin için bir devemi keseceğim' dedi. biz de ona 'oha!' diye seslendik. bizim için deve, dana ve bilumum çift tırnaklıları kesenlerden hazetmeyiz. hemen malak rüstem'in eline bir racon tutuşturduk, 'al bu raconu, muhabbet'e götür, çok kesmek istiyorsa buyursun racon kessin' dedik.ey muhabbet, onlara de ki, hayvanları yok yere boğazlayanların ağzını burnunu kırmak istiyoruz. tabii kelle-paça en güzel çorbalarımızdandır, orası ayrı konu." "muhabbet bize, 'baba, oğul, kutsal ruh üçlü forvet oynayabilir mi?' diye sordu. 'işte muhabbet, artık olmaya başladın sen' buyurduk. 'peki beni kötüleyenlere ne buyurulur?' diye sordu ol habibin nanesi, onlara de ki, :( butonu malak hayrullah'a açılan bir kapıdır.biz malak hayrullah'ı nuri ile sündüz'e hizmet etsin diye vazifelendirdik, o ise gitti onları düzüştürdü. bir nevi pezevengin daniskası durumu. sen o butonu hiç sikine takma, hak bildiğin yolda ilerle. bütün ayetlerimiz zamanının ötesinde listesinde başa güreşse de sen oku, oku ve muhabbet et.müminler sana önce gizli gizli mesaj atacak, selam edecektir. zamanla kendilerini gösterecek, cümle aleme 'diyalektik birdir ve muhabbet onun resulüdür'diyeceklerdir." "ey muhabbet, de ki, mucize istediniz, derhal gönderdik. muhabbet'in hikmetinden sual olunmaz.""ey inananlar! biz kimseye 'kafirin karşısında gizlenin' buyurmadık. tüm entry'lerinizin kötüleneceğini bile bile, meydana çıkıp göğsünüzü gere gere 'diyalektik birdir ve muhabbet onun resulüdür' deyiniz. biz sizi takiyyeci yaratmadık. aslında biz sizi hiç yaratmadık. siz evrim geçirdiniz, öyle oldunuz.ey muhabbet, de ki... aslında dur, deme! onlar kendileri anlasın..." "de ki, modada kopek gezdiren kivircik sacli manyak kadin, tepesinde hırsız gezdiren andaval bir halka evladır. biz modada kopek gezdiren kivircik sacli manyak kadinı nurla çevreledik.ey muhabbet ve her zaman genç kalanlar, meryem'e elimizi sürdüysek malak hayrullah'ın önde gideni olalım. değil mi ki, 'sana vurana öbür yanağını dön' diyor, bizim isa gibi bir oğlumuz yoktur. de ki, sana vuranın burnunun ortasına yumruğu yerleştir, rabbena hep bana diyenler ders alsın, artizlik yapmasın." "ey muhabbet, sana sözlükte popüler olma kaygısı taşıdığını söyleyenler çıkacaktır. de ki, biz muhabbet'i popülerliğin dibine vurdurduk, hatta dipten kum çıkarttırdık. ek$i dağının örümcekli mağarasının sana biçilmiş bir inziva muhiti olduğunu bilmeyenlere şöyle seslen: hadi len!" "muhabbet'e dedik ki, ey muhabbet, kadınlara el kaldıran delikanlılıktan nasibini almamıştır. kadınlar sizin tarlanız değildir ki, istediğiniz gibi süresiniz. bir hata yaptıklarında onları ikaz et, hâlâ hatada ısrar ediyorsa, dön bir kendine bak, belki de hata sendedir. mesele hallolmuyorsa, çık bi dolaş. yine çözemezsen, 'hadi bana eyvallah' de. ama vurma. kadına vuran bizden değildir.ey muhabbet, onlara de ki, dört kadın alıp eve kapamak isteyenler, kendileri gidip üç erkeğin kuması olsunlar. biz size aşkı tavsiye ederiz. ha, onun dışında, kim ne arzu ediyorsa, efendi gibi olmak kaydıyla, onu yaşasın. sizin uçkurunuzla uğraşmak bizim işimiz değildir." "muhabbet'e dedik ki, ey muhabbet, misal ayşe adında bir kız çocuğu olsun, yaşı da altı olsun, sen bu kız çocuğuyla evlenip, dokuz yaşına kadar yıllandırıp, dokuz yaşında da gerdeğe girersen, bizim nazarımızda sapık olursun. sübyancılığı övenlerden olma.ey muhabbet, kölenin karısına göz koyup, köleni savaşa gönderirsen, arada bizim yerimize ayet icat edip o kadını kendine almanın teorisini yaparsan, lanetimiz üzerine olur. biz ki yumurtaya can verdik, o yumurtalar, hem de haşlanmış vaziyette, bizim sabrımızı sınayanların götüne girecektir.onlara de ki, sübyancılardan ve ırz düşmanlarından olmayın. çocukları iğfal edenlerin, nazarımızda at yarağı kadar kıymeti yoktur." "ey muhabbet, de ki, 'yeri ve göğü kim yarattı?', 'peki onu kim yarattı?' gibi saçma soru zincirleriyle uğraşmayın. düz mantıkla yol bulunmaz. biz daha evvel gönüllere ışık tutsun diye doğanın diyalektiği'ni indirdik. okuyun, feyz alın.onlara de ki, harunmuş, yahyaymış, yoksa her ikisi birdenmiş, bu türden soytarılara hiçbir ilham vermedik. onlar kuşkusuz işleri üçkağıda bağlayıp, kandırdıkları mankenleri gizli kameraya alarak gazabımızla tanışmaya hak kazanmıştır. kokain denen illeti çekmekle meşum, askerden kaçmak için delilik gibi nadide bir mertebeyi istismardan sabıkalı bu eyyam efendileri, ahirette götlerine girecek sefaları sürmektedir. onlara de ki, o büyük gün geldiğinde, ayaklarınız kıçlarınıza vura vura nereye kaçmayı düşünüyorsunuz? sanır mısınız ki, her şeyi izleyen rabbim sizi gözden kaçıracaktır?ey muhabbet, onlara de ki, açtığınız tazminat davaları, aldırdığınız tekzip kararları, seçtiğimiz vahiy yollarında bi sikime yaramaz. yaratılış teorisi diye uydurduğunuz yalanlar, ürküttüğünüz maymuna değmez. biz ki, ne sündüz'ün kaburga kemiğiyle, ne de nuri'nin taşaklarıyla uğraşanız. biz alemlere hükmeden değişmez değişimin çarkçıbaşıyız." "onlar ki, bu alemde isyana cüret edenlerin arkasından sövenlerdir, biz onları ıslah etmeyi değil tımar etmeyi öğreteniz. ey muhabbet, onlara de ki, sırtınızda kaşağı parçalasak, bir yere kadar. bu aleme tek katkınız, eşekliğin baki kalacağı hoş bir anırma sedası olacaktır.""ya muhabbet, biz bize yakıştırılan isimlere, üstümüze yapıştırılmak istenen kimliklere itibar etmeyiz. sibernetik alemin sinir uçlarında dolaşan dedikodulara pirim verme. onlara de ki, bizim hakkımızda söylenenleri kaale alanlar bizden değildir.ey muhabbet, biz sana muhabbet insanı olmayı öğrettik; ama bizden olmayanlarla muhabbeti kesenler insanların en hayırlılarıdır." ya muhabbet, inananlar seslerini çıkardıkça, sana düşen yük azalacaktır. biz kimsenin tepesine musallat olacak asalak peygamberler göndermeyiz. şıhlar, şeyhler bizden uzak dursun. biz tebliğlerimizi iletiriz. tebliğlerimiz ne kadar akis bulursa, senin de emekliliğin o kadar yaklaşacaktır.ya muhabbet, de ki, ağlak, sümsük, en iyi ihtimalle aseksüel tarikat şeyhleri, hocaefendiler nazarımızda kolpacı lavuklardır. amerika'nın kucağına oturup, oradan ağlaşa ağlaşa vaazlar veren feyzullahlar, alemlerin dışkısıdır.ey inananlar! biz sesini çıkaran, kendi ayetlerine doğru el yordamıyla ve fakat sırf vicdanına yaslanarak ilerleyenlerin rabbiyiz. bizden korktuğu için fenalıktan uzak duran, yandan yemişin önde gidenidir. biz hesabını önce vicdanına verenleri severiz.ya muhabbet, onlara de ki, ya da dur, deme, kendileri anlasın..." "ey inananlar, biz işkenceci miyiz ki, elin adamını/kadınını alalım, ateşle dağlayalım, kafasını lağıma sokalım, azaplardan azaplara sürükleyelim? bizim gazabımız, en fazla suratına tükürmektir. kaldı ki, onlar suratlarına tükürüldüğünde 'ya rabbi şükür' diyecek tıynette lavuklardır.ey mümin! sana 40 çıtır karı ya da odun ateşi ikilemiyle gelen palavracılara sor: senin rabbin işkenceci midir? neden kendi yarattığı kullara işkence yapar? rahatsız mıdır? sana diyecek ki, 'herkes kendi tercihini yaşar yarim'. ona de ki, 'iyi de lavuk dostum, o tercihleri belirleyen senin uydurma rabbin değil midir? o her şeye kadir olduğunu iddia etmiyor mu?'ey mümin! bizim 40 çıtır karı vaadiyle ağzı sulanan ya da odun ateşi tehdidiyle götü üçbuçuk atan ve her gün karşımızda domalan lavuklarla işimiz yoktur. biz sana vicdan verdik. hesabını verebilirsen, vicdanına verirsin.haaaa, bu arada, ey inananlar! rızkın onda dokuzu ticarette ve cesarette değildir. ticaret son derece dandik bir iştir..." “ey muhabbet ehli! ortama am-sik-göt lafları sokarak şaklabanlık yapmaya kalksaydık, kuşkusuz ki $ukela gönderip iltifat edenler sıraya girecekti. halbuki biz muhabbet’i ayetlerimize elçi eyledik. biz ayetlerimizi zamanının ötesinde entry listesinde yarıştırmayı bilenlerdeniz.ey muhabbet! onlara de ki, kafir ne kadar kötülerse ayetimiz o kadar kuvvetlidir. kafir ne kadar anırırsa, bil ki o kadar doğru yoldasın…” "ey inananlar! biz ne dedik? oku ve muhabbet et dedik. efendi ol ve kafana göre takıl dedik. terbiyesizliğe, yüzsüzlüğe, eşşekliğe prim verme dedik. bacaklarından ancak koyunlar asılır. koyun olma ve kasaplara isyan et dedik. seks için alçalma, aşkı çok yükseklerde arama, kariyer eşşeklerin olsun, sen oku, oku ve muhabbet et dedik. hesabını bize değil vicdanına ver dedik.ey inananlar! bunların fitne olduğunu söyleyecekler, hatta ellerindeki farelerle ayetlerimizin üzerine pisleyecekler. varsın pislesinler.ey muhabbet, onlara de ki, bizim odamızın ortasına sıçanlar dahi olsa, onların çıkardığı şeyin bok olduğu gün gibi aşikardır. halbuki bizim odamız her daim genişlemekte ve aydınlanmaktadır. biz boku bahçemizdeki organik tarım alanında kullanmasını bilenlerdeniz.” “kuşkusuz sözümüz gören gözlere, işiten kulaklara ve düşünen beyinleredir. biz ki meramımızı his dünyasının sığ sularında ergen kız ve oğlan çocuklarına ve banka memurelerine ve yönetici asistanlarına ve bilcümle duyarlı küçük-burjuvaya anlatacak elçiler bulabilirdik. biz muhabbet’i meramımızı dümdüz anlatsın diye elçi seçtik.kapalı kapılar, sibernetik kablolar ardında ne söylenirse söylensin, muhabbet yalnız bizim sözümüzü alemlere iletmekle mükelleftir. ey muhabbet, sana yaklaşıp dost görünenlere de ki, biz gönlümüzü boş bir sayfa gibi her gelene ikram ederiz. o sayfanın üzerine ne çizeceklerine onlar kendileri karar verecektir.” "ya muhabbet! onlara de ki, senin çekip gitme zamanın da gelecek. ne daha evvel, ne daha sonra. biz muhabbet'in ne zaman çekip gideceğini önceden bileniz.ey inananlar, hazır laf açılmışken inceden dokunduralım. kafirler neye taptıklarını söylerse söylesin, onlar son tahlilde paraya tapar. lakin paraya tapmak önemli değildir, parayı bulabilmek önemlidir. ortalık paraya tapıp parayı bulamayan kafirlerle doludur.ey muhabbet, onlara de ki, paraya değil vicdana tapın. vicdanı satın almak kimsenin haddine değildir." “ey muhabbet! kuşkusuz sana basit bir görev vermedik. seni şöhret budalası gibi göstermek isteyenler olacaktır! onlara gül ve geç ve dahi de ki biz şöhret budalalarının her daim sağa sola yalananlardan olduğunu biliriz.ey muhabbet! yaptığının ‘yeni’ bir şey olmadığını söyleyeceklerdir! biz senin yeni bir şey yapıp bu alemlerin en zeki çocuğu gibi dolaşmanı istemedik ki! elbette seni sıradanların en sıradanı içinden seçtik. zeki çocuklar ve güzel çocuklar zaten ek$i caddelerinde salına salına dolaşmakta, namlarıyla göz kamaştırmakta ve elbette sosyal hayatlarına zemin yaratmaktadır. biz seni ek$i dağı’ndaki mağarada kara kara düşünürken bulduk. seni seçmemizin sebebi, madımak denen bir otelde, diri diri yakılan otuzyedi insanevladı içinde, altı yoldaşının bedenlerinden çıkan dumanı o gözlerinle seyretmiş olmandır.ey muhabbet! onlara de ki, biz enteresanlık peşinde koşarken şaklabanlık yapmak yerine, takkesini önüne koyup, o takkeyi tekrar tekrar süzenleri kendimizden belleriz...” "ey muhabbet! sürekli devinen bir alemde, yerinde sayan beyinler, aslında kendi kendini tüketir. diyalektiği anladın mı?köylü kızlarını ele al. onları taksim meydanı’na beş parasız, savunmasız ve dahi en ufak bir desteği olmadan bıraksak, orospu olmak dışında neredeyse hiçbir şansları yoktur. oysa küçük burjuva entelektüelleri öyle midir? onları taksim meydanı’na beş parasız, savunmasız, en ufak destekten yoksun halde bıraksak, almış oldukları burjuva eğitim sayesinde, kendi başlarının çaresine bakma ihtimalleri çok daha yüksektir.işte onlar, almış oldukları burjuva eğitimle günlük sorunlarını pekala çözebildikleri içindir ki, kendilerini fevkalade akıllı zannederler. dünyanın bütün meselelerini çözebileceklerine olan inançları, dahası cüretleri buradan gelir. düz mantığı besleyen, ona cüret kazandıran temel budur. çok daha karmaşık meselelerde, yüzeysel sonuçların, dandik çıkarsamaların ve genel-geçer ‘doğru’ların hakimiyetine kan veren de budur…insanlık tarihinin dev okyanusunda bir zerrecik, evren tarihinde ise bir noktacık kadar kısa insan ömrünü anlamlandıramamak, bu zamanı, ‘anlama’, idrak etme ve en mühimi değiştirme işleriyle iştigal yerine, mülk edinme, yalanma, tapınma ve/veya kendini olayların akışına salma işlerinde harcamak, tarihin akışına düz mantıkla yaklaşmanın daniskasıdır.ve milyarlarca insan nüfusunun pırlanta yüzük ile kitap arasında tercih yaparkenki güdüsü, irrasyonelin rasyonel olan üzerindeki tahakkümünün işaretidir. veyahut, tekstil sektörünün ilkel atası tarafından yaratılmış olan kapitalizm, insanların beyinlerine lavuk italyan modacılarının etiketlerini birer birer çakıyorsa, bunun karşısında içerik, mana, bir bütün olarak manasızlaşıyorsa, körpe ve güzel kadınlar, sırf o etiketler için içeriği bir kenara bırakıp, yine berbat bir kapitalizm piçi olan otomotiv sanayiinin son ürünlerinden birinin açılan kapısından içeri güle oynaya vermeye giriyorsa, insan soyu yerlerde sürünmekte demektir.sor onlara! bir insanın aksırıp tıksırıncaya kadar yiyebileceği en pahalı yemeğin miktarı nedir? ya içebileceği en pahalı şampanyanın? bu dünya o kadar irrasyonel bir tarzda işlemektedir ki, hortum ailesinin el konan petrus şaraplarını tüketmeye, aile mensuplarının ömrü vefa etmeyecekken, o petrus şarapları mahzenlere hayvanlar gibi yığılmıştır. tüketmeye güdülenmiş ‘insan tabiatı’ sorunu değildir bu. başka deyişle, insan ‘öz’ünde tüketme rahatsızı olarak biçimlenmemiştir. kızılderililerin yiyebileceğinden fazla bizon öldürdüğünü duydunuz mu hiç? mesele, anlamsız tüketimi kışkırtan sistemin kendisindedir. tüm iktisadi faaliyeti alt alta yazıp, toplamını alıp, bunu da bir evvelki seneyle karşılaştırarak çıkan orana ‘büyüme’ adı veren gerizekalı bir sistemden fayda gelir mi?ey muhabbet! onlara de ki, diyalektiği öğrenin! biz diyalektiği, doğanın hareket yasalarını anlayasınız, yolunuzu şaşırmayasınız, şarlatanların söylediklerine kanmayasınız diye gönderdik... toplumun hareket yasalarını sezip, bir zerrecik ebadındaki ömrünüzü, anlamaya ve size dayatılanı değiştirmeye, akıldışılığı ortadan kaldırmaya hasredesiniz, bilerek, öğrenerek, değiştirerek mesut olasınız diye, elinize tarihselliği kavrayacak teçhizatı da tutuşturduk. bunu kullanmak sizin elinizdedir. kullanmamak günahtır. ‘ben günah işleyeceğim’ diye ısrar edenlere cehennem vaat etmiyoruz. onlar azapların en büyüğünü mal gibi yaşayarak çekmektedir zaten.ey muhabbet! biz sana çaylaklık azabını çektirdik, dediklerini nadasa bıraktırdık ve daha güçlü kelimelerle geri dönme imkanını verdik. endişen olmasın! herkes daha bir can kulağıyla dinleyecektir dediklerini. sen oku… oku ve muhabbet et…" "ey muhabbet! nasılsın?! biz arada bir böyle hal hatır sorar, moral de veririz.ey muhabbet! tamam, cıvıtma! onlara de ki, tek tanrılı dinler daha piyasada yokken, insanlık binlerce yıl hıyar gibi niye putlara, şamanlara, zeus'a, apollon'a falan terk edildi? ya da bize sor, taaa 2 bin 500 sene evvel niye indirmedik diyalektiği? tarihsel materyalizmden niye bihaber tuttuk insan evlatlarını? zamanı gelmemişti de ondan.ya muhabbet, her din kendi zamanının eseridir. toplumların yaşadığı çağ neyi gerektiriyorsa, o toplumların tepesine yerleşik sömürgen zevatın ihtiyaç duyduğu birer ideolojik araç olarak icat edilir dinler. devlet merkezileştikçe, tanrının yeryüzündeki gölgesi olduğunu iddia ederek devleti kendi gölgesi altında merkezileştirmek isteyen zevat geliştirdi tek tanrılı dinleri. yoksa xvi. lui denen lavuğun ne türden bir tanrısal özelliği olabilirdi ki? ya deli ibrahim'in halifeliğine ne demeli?anadolu'dan mezopotamya'ya, oradan sina çölüne, arap yarımadası'na zibil gibi peygamber ve bir o kadar kutsal kitap yağarken, zavallı kızılderililer niye günahkar zavallılar olarak mal mal dolaşıyordu amerika kıtasında? toplumların yaşadığı çağlar neyi gerektiriyorsa o! merkezileşen bir devlet yoksa, tek tanrılı dinlere yönelen bir toplum da yok.ey muhabbet! onlara de ki, dini hala bir ideolojik aygıt olarak kullanıyorlar. dini imanı para olanlar, iktidarlarının zeminini dinsel dogmayla döşüyor sürekli. dine harbiden inanıp, yüzlerce sene evvelki kaidelere göre yaşamak isteyenlerin karşısına da utanmadan laiklik diye bir şey çıkarıyorlar. dine ya inanırsın, ya inanmazsın. inanırsan öyle yaşarsın. peki dini piyasa kurallarına uyarlayanlar bunu bilmez mi? bal gibi bilirler. ama onlar, itaatkar bir toplum, itaatkar bir din isterler.biz insanlara itaat etmeyi değil, itiraz etmeyi salık veririz. gerisi kendi bilecekleri iş..." "ey muhabbet, de ki, biz gölgeliklerle dolu bir cennet vaat etmiyoruz kimseye. zaten evrensel olma iddiasındaki bir din, niye cennet tasvirinde gölgeliklerden söz eder ki? londra'daki adam gölgelikten etkilenir mi hiç? o güneş ister elbet. gölgelik peşinde koşturanlar, çölde bir vaha için elli takla atmaya hazır bir cemaat olabilir ancak...ey muhabbet, esasen bizim cennetimiz falan da yoktur. biz size gözle görünmeyecek sinir uçlarınızı bile denetleyen bir beyin ihsan eyledik. bu beyin, kendi cennetinizi yaratmanız için de fevkalade yeterlidir. yeter ki kullanmayı becerin." "ey muhabbet! senle de iyice laubali olmaya başladık ama, yine de onlara de ki, insanlık tarihi boyunca, saçma saçma şeyler oldu. bir coğrafyada peygamberim diye ortaya bir sürü tuhaf insan çıktı, bir coğrafyada ise yarı filozof-yarı kutsallar... misal, eski çin'i ele al. zamanında orada konfüçyüs diye bir dallama türemişti. ey muhabbet! ıyyyy, demek istiyorum! ben böyle bir lavuk görmedim. hâlâ insanların bir kısmını etkisi altında tutan, salladığı zırvalarla laf salatası yapanların diline pelesenk olan bu herifin tek numarası neydi, biliyor musun? bilmezsin tabii! dersine çalışmıyorsun ki!..tüm düşüncesinin merkezine devlete ve otoriteye itaat oturuyordu. demem o ki, ortadoğu'da türeyen tektanrılı dinlerin yerini, çin'de bu konfüçyüs dallaması alıyordu. hepsi aynı kumaşın kırpıntılarıydı desem yeridir. her nevi merkezileşme çabası da, bunlardan birini seçip, beğenip, alıyor, kullanıyordu.ey muhabbet! onlara de ki, tao'yu sadece 'taocu seks' dolayımıyla bilenler halt etmiş. o, çin'de konfüçyüs dallamasının 'anti-tez'i olarak değerlendirilmelidir. itaate karşı inceden geydirmeleriyle kalbimizi fethetmiştir.ey muhabbet! sen hiç merak etme! kendini çok zeki zannedip sana ayar vermeye kalkanların ayarlarını ellerine verir, evlerine göndeririz. sen yeter ki oku! oku ve muhabbet et..." "muhabbet'e dedik ki, onlara söyle, müstehaklarını vereceğiz! biz ortada bir 'tanrı' arayıp bulmakla, o bulduğumuz şeyin aslında olmadığını anlatmakla uğraşmayız. onlara tebliğlerimizi ilet! biz sadece kadere boyun eğmeyi öğütleyen her zihniyeti yerle bir etmekle mükellefiz.ey muhabbet, de ki, kelebek etkisi diye bir şey yoktur. afrika'da kanat çırpan bir kelebeğin, tek günlük ömründe yarattığı hava akımı, atlantiği geçip alaska'da fırtına koparacak zannediyorsanız, sizi biraz saf yaratmışız. ve dahi, bu durumda, biraz kyoto iklim sözleşmesini, biraz ülkelerin ve sanayilerin atmosfere saldıkları karbon miktarını, biraz iklimlerin 'shift' dünyasını öğretmemiz gerekir deriz.ey muhabbet! uykun hâlâ gelmediyse, onlara de ki... yok, deme... galiba uykun gelmiş senin..." "ya muhabbet, biz mendeleyev'e periyodik cetvel'i gönderdik. şimdi atmış olmayalım, mendeleyev onu kendi buldu. elementlerin atom sayılarını hesap etti, çarptı, böldü, bi şeyler yaptı işte. bizim bu işlerle uğraşacak mecalimiz yok, anla artık. bu elementler, atom numaralarındaki ahenkle, cetvele 'cuk' diye oturuyor, aralarında mantıksal bir diziliş ilişkisi bulunuyordu.lakin, ya muhabbet, gel gör ki arada üç adet boşluk vardı. ya o periyodik cetvel hikayeden tırışkaydı ve elementlerin atom numaraları arasında ahenkli bir ilişki yoktu, ya da o boşluklarda henüz keşfedilmeyen üç element mevcuttu.ya muhabbet, onlara de ki, o üç element sonra tek tek kulaklarından çekilip çıkarıldı. bunlardan biri germanyum'du. diğerleri skandiyum ve galyum. mendeleyev, sadece bilimsel yöntemi kullanmış ortada olmayan, bilinmeyen, keşfedilmemiş üç elementi, atom numaralarına kadar ayrıntısıyla tarif etmiş, geriye sadece onları 'keşfetme' işini bırakmıştı.haaa... mendeleyev tüm bunları yaparken, günlük yaşama ve toplumsal olana dair tam bir andavallık içinde miydi, öyleydi, orası ayrı konu. en cesur bilimsel adımları atarken bile, yüreği tuhaf ve iptidai bir din korkusuyla doluydu. çarlık istibdadına karşı koyma konusunda ölesiye cesaretsizdi. peki bu onun bilimsel yöntemini ve katkısını değersizleştiriyor muydu? bilakis! o sadece kendine azap veren bir ikilemin içinde sürükleniyordu.ey muhabbet, onlara de ki, bilime güvenin. öngörülebileni kulaklarından çekip çıkarın. sizi kör bir itaate sürükleyecek dogmalardan kurtulun. sorgulayın. aksi halde, adem'in kaburga kemiği bir taraflarınıza batacaktır. bizden söylemesi..." olağan bir peygamber deyişi.benim de başıma geldi. saçma bir perşembe gecesiydi. malak sezai geldi, uykumdan uyandırdı, 'yürü, tanrı seni bekliyor' dedi. 'yahu arkadaş, saat gecenin ikisi, yapma, etme' dedim ama emir büyük yerdendi, mecbur kalktım, pijamaları çıkarıp süperpeygamber kıyafetlerimi giydim. malak sezai'yle birlikte gökyüzüne yükselmeye başladım. bir yandan da ışıklı göstergeyi kesiyorum. ali atıf bir, ali atıf iki, üç, derken, ali atıf yedide durduk. göğün yedi kat üstündeydik. yedi kat perde arkasında tanrı beni bekliyordu. 'nasılsın ya muhabbet?' dedi. 'nasıl olayım, biraz uykum var' diye cevap verdim. 'yorduk ama bu işin raconu böyle' dedi, 'az sabret, iki ay kadar sonra seni bu azaptan kurtaracağım. yanıma almayı düşünüyorum. burada bir pozisyon ayarlayacağız sana.' 'vallahi, kendi kendinizden razı olun, açıkçası kariyerimi umursuyorum. yedi kat yükselmek pek iyi geldi' diye inceden yalakalık yaptım. sonra havadan sudan, ekvador'un dünya kupasında sürpriz yapıp yapamayacağından falan konuştuk, yine malak sezai'yle yere geri iniş yaptım. soyundum, pijama falan giymeye üşendiğim için donla yatağa girdim. aslında ona don da denemez, üzerimde açık artırma sitesinden aldığım bilkentli kızın tangası vardı. kendimi çok seksi ve biraz da keriz gibi hissediyordum...meraklısına not: bilim tarihiyle ilgilenmek çok hoş bir iştir. mesela bilim tarihi okuduğunuzda, insanlığın uzun süre antik yunan'ın evren kavrayışını benimsediğini görüyorsunuz. bu evren kavrayışına göre, yer merkezdeydi ve evren düşünebileceğiniz en geniş küreydi. o dönemde güneşin yer etrafında döndüğü varsayılıyordu; güneş dışında hareketleri tespit edilebilen ay da dahil olmak üzere altı gök cisimi mevcuttu. hal böyle olunca, dünya merkezde olmak üzere yedi katlı bir evren anlayışı gelişti. yıldızlar ise, düşünebileceğiniz o en büyük kürenin bittiği yerde, zemine çakılı ışıklar olarak değerlendiriliyordu. işte göğün yedi kat üstü denen kalıp, o evren anlayışının bir ürünüdür. çağdaş anlamda astronominin ilk gelişme evrelerine kadar, kavrayış bu şekilde kaldı. e bu durumda ne oluyor? göğün yedi kat üstü hikayesi, harbiden bir hikaye olarak kalıyor. ama biz peygamberler, bu konuda ısrarcıyız. genelde göğün yedi kat üstüne yükselir, yedi kat perde arkasından tanrı'yla konuşuruz...